|
|||
![]() |
“Keserin Burgucu” | ||
Dr. Ramazan Canural | |||
Nerden bilebilirdim ki, o gün hayatımın en kötü günlerinden birini yaşayıp ölümün kıyısında dolaşacağımı!
İlkokul dörtten beşe geçtiğimiz yıl; galiba haziran sonlarıydı…
O sabah da her sabah olduğu gibi yine sırtımızda ekmek torbalarımız ve önümüzde bir bölük sığırla ovanın yolunu tutmuştuk. Ben cılız vücudum, incecik kol ve bacaklarım, seyrek sarı saçlarım ve yırtık-pırtık giysilerimle grubun en garibanıydım.
O gün Karapınar yakınlarında, Dalaman Çayının kıyısında sığır güdecektik. Çayın etrafındaki büklükte uzun boylu, kocaman, yeşil kargılar vardı. Hayvanların, onları iştahla yemeleri çok hoşumuza giderdi. O kargılar sayesinde sığırlar çabucak doyar; onlar doyunca biz de sanki kendimiz doymuş gibi sevinirdik. Dalaman Çayı verimli Gölhisar Ovasını ortadan ikiye bölerek nazlı nazlı akar, bizim bilmediğimiz yerlerden geçerek Akdeniz'e dökülürdü. O zamanlar Yapraklı Barajı da yapılmadığı için "Çay" daha coşkulu, daha gürdü. Küresel ısınma belası da yoktu o yıllarda… 5-6 ay kar, kış, kıyamet olur; bütün yıl, her taraf sudan geçilmezdi. Şimdi özlüyoruz o yağışları, ama tren kaçtı artık. Doğayı kirlettik, ozon tabakasını deldik; böylece iklimi değiştirmeyi başardık(!)
Ama konuyu dağıtmayalım…
Kuşluk vakti "Keser'in Burgucu" denen yere vardık. Bizde "burguç" denirdi ama, doğrusu "burgaçtır" ve girdap anlamına gelir. Sonradan duyduğuma göre burası çayın en derin ve tehlikeli yeriymiş.
Oraya bizden önce gelmiş başkaları da vardı. O zamanlar Burdur'da mı, Ankara'da mı okuduğunu tam olarak bilemediğim, bizden epey büyük Mehmet abi de oradaydı. Keçi güdüyordu. Öğle yemeğini yedik. Sıcak insanı bunaltıyordu. Şimdi serinlemek için ne yapılabilirdi? Tabi ki suya girecektik...
Biz de öyle yaptık. Sekiz-on çocuk üstümüzü başımızı çıkarıp sadece donlarla suya daldık. Daldık, dedim ama "ben hariç" demek daha doğru olur. Çünkü ben yüzme bilmediğim için, çayın kenarlarında cumbuldamaktı. Niyet bu da, iş senin niyetinle bitmiyor ki! Benden iki yaş kadar büyük Mehmet adlı (Mehmet abi değil bu!) bir çocuk, beni suyun ortasına, burgucun derin yerlerine doğru sürüklemeye başlamasın mı! Bana yüzmeyi öğretecekmiş! Ben hem "gitmem" diye bağırıyor, hem de el ayak hareketleriyle çocuğa engel olmaya çalışıyordum. Ama beni sürükledi, zorla götürdü. Bir iki dakika yardımcı olur gibi yaptı; sonra baktı ki pabuç pahalı, nerdeyse ikimiz de boğulacağız; mecburen beni suyun ortasında bırakarak yüze yüze kıyıya çıktı. Şimdi zavallı beni düşünün! Bilinçsiz hareketlerle kendimi, boğulmaktan korumaya çalışıyordum. Suya bir batıyor, bir çıkıyordum. Ağzıma, burnuma sular, ha doldu ha dolacaktı! Heyecan doruktaydı! Hah…Hah!… Hah!… sesleri çıkara çıkara boğulmamak için debelenip duruyordum. Ama hiç yüzme de bilmiyordum… Artık hızla kaçınılmaz sona doğru gidiyordum! Çayın kenarında,beni kurtarmak için gayret eden hiçbir Allah'ın kulu da gözükmüyordu.
Derken… Bir de baktım… O da ne! Mehmet abi o iriyarı cüssesiyle yüze yüze bana doğru geliyor! Benim boğulmama ise belki saniyeler değil, saliseler kalmış! Mehmet abi yaklaştı yaklaştı; sonra çevik bir hareketle beni ellerinin arasına aldı ve omzundan yukarıya, başı hizasına kaldırdı ve yürür gibi, yüzerek kıyıya çıktı. Demek ki, sadece ayak ve bacak hareketleriyle yüzmeyi başarabilmişti...
Beni ince çakıllı kumsalın üzerine yatırdı. Gözlerime, yüzüme, nabzıma baktı. Yaşıyordum çok şükür! O zamanlar ya Sağlık Kolejinde okuyordu ya da Diş Hekimliğinde… İşte böyle dostlar!
Mutlak bir ölümden dönmüştüm. Ama o gün bende ortaya çıkan hidrofobi (su korkusu) nedeniyle artık yüzmeyi öğrenemeyecektim. Şimdi düşünüyorum da… O gün, ilerde İlçenin belediye başkanı olacak "biri" kaderin bir cilvesi olarak; kendisinden on beş yıl sonra belediye başkanı olacak "öbürünün" hayatını kurtarmıştı. Hey güzel Rabbim!
Sen nelere kadirsin…
|
|||
Etiketler: “Keserin, Burgucu”, |
|