|
|||
![]() |
ESTERGON KAL’ASI SU BAŞI DURAK… | ||
Dr. Ramazan Canural | |||
Yeni nesil bilmez. Gençliğimizde bir Hasan Mutlucan vardı. O davudî sesiyle kahramanlık türküleri söyler siyah-beyaz televizyonda çıktığı zaman hepimizi ekran başına kilitlerdi. O çıkmışsa iki şey söz konusuydu: Ya milli bayramlardan birindeydik ya da ülkede askeri darbe olmuştu! “Yine de şahlanıyor aman Kolbaşının yandım da kır atı, Görünüyor yandım aman. Bize sefer yolları…”
Ya da bir Rumeli Türküsü: Alişimin kaşları kara, aman Sen açtın sineme yare, aman, aman…”
Yahut, Estergon Kal’ası su başı durak Kemirir gönlümü bir sinsi firak…”
Macaristan gezisine çıktığımızda gezilecek yerler listesinde Estergon Kalesini gördüğüm zaman birden yüzyıllar ötesine gidivermiştim! Akıncı cedlerimin taa Avrupa içlerine Viyana kapılarına kadar dayanması canlandı gözümde. Bir taraftan mehter en güzel havaları vurmakta, bir taraftan da Akıncılar; o beyaz atlarının üstünde, bir ellerinde sancak öbür ellerinde kılıçlarla, düşman saflarına fırtına gibi doludizgin dalmaktaydılar! “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şendik, Bin atlı o gün dev gibi bir orduyu yendik!”
Diyen o kahramanların attığı naralar çınladı birden kulaklarımda… Koca Memiller, Hatçe analar, Tiryaki Hasan Paşalar , Merzifonlu Kara Mustafa Paşalar resmî geçitteydi sanki hayalimde birer..birer… Budapeşte’ye 60 km. uzaklıktaymış Estergon Kalesi. En fazla bir saat sonra orada olmalıydık. Zaman çabucak geçmişti. Kaleye yaklaştıkça bendeki heyecan giderek artıyordu. Hoparlörden ani bir müzik yükseldi: “Estergon Kalesi su başı durak…” Bu da rehberimiz tarafından bize yapılan hoş bir sürprizmiş! Türkü bittiğinde yokuşun dibindeydik. Yaya olarak biraz yukarı tırmandığımızda Kalenin bulunduğu yere ulaşabilecektik. Ama rehberin anlattığı şeyler kafamdaki büyülü ortamı tam anlamıyla darma duman etmişti: “Arkadaşlar tabii günümüzde Estergon Kalesi yerinde yok. Zamanla yıkılıp yerine dev bir bazilika yapılmış. Siz şimdi onu görebileceksiniz. Ayrıca Osmanlı’dan kalma birkaç mezar taşı ve aşağıda Tuna Nehri kıyısında birkaç cami kalıntısı görebilirsiniz.” Elindeki yan flütle eksantrik giyimli bir sokak çalgıcıs karşıladı bizi: “Tuna Nehri akmam diyor, kenarımı yıkmam diyor…” Dev bazilikaya girdik. Yarı karanlık ve loş bir ortamda dolaşıyor içerdeki kilise atmosferinin o sessiz ve biraz ürkütücü ortamında rehberin anlattıklarını dinliyorduk: “Arkadaşlar kiliseler müziğin merkezleridir. Bakın şu yukarıdaki dev org bu nedenle orada…” Biraz sonra Bazilikanın alt katına indik. Birçok mezar dikkati çekiyor ve bunların hemen etrafında yüzlerce bağlanmış çaput göze çarpıyordu. Bizdeki türbe geleneğinin ve Şamanistik etkilerin bir benzeri gibiydi.( Macarların tarihteki Hun’ların torunları olduğunu hatırladım.) Binanın biraz aşağısında Osmanlı’ya ait üç beş mezar taşı göze çarpmaktaydı. Arkanıza döndüğünüzde akan yeşil Tuna’nın beri kıyısında da bir yıkık cami… İşte hepsi buydu gerçek Estergon Kalesinden bize kalanlar… O kadar üzülmüştüm ki, beni ne biraz sonra Vissegrad Kalesindeki Rönensans Lokantasında karşılayan coşkulu bando takımı ne oradaki otantik ortamda yediğimiz ceylan çorbası ve gulaşı ne de tarihi giysilerle on yedi telli uddan dinlediğimiz slow müzik teselli edebilmişti… |
|||
Etiketler: ESTERGON, , KAL’ASI, , SU, BAŞI, DURAK…, |
|